Yıllar önce, orta okuldayken, otobüsle iki aktarmalı şekilde okula giderdim. İlk aktarmanın son durağı, otobüsün hemen hemen %80’inin indiği Kayseri meydanındaki duraktı. O gün her gün gibi sıradan bir gündü. Otobüs tıklım tıklımdı ve insanların yüzünde yastığında kalan uykularının izleri vardı. Öğrenciler, öğretmenler, işçiler…
Derken bir şey oldu ve otobüs durması gereken Meydan durağında durmadı, yoluna devam etti. Tüm otobüs uykusundan uyandı ve acemi bir koro halinde bağırmaya başladı. İnsanlar şoföre neden durmadığına dair çığlıklar atmaya başladı. Derken şoför unutamadığım o cümleyi kurdu: “Kardeşim, madem ineceksiniz düğmeye basın.”
Otobüsün %80’inin ineceği bir durak için kimse o gün düğmeye basma gereği duymamıştı. Çünkü hep başkaları basıyordu.
Sonrasında bu durumun psikolojide “bystander effect” ya da “diffusion of responsibility” adında bir karşılığı olduğunu öğrendim. Yani “sorumluluğun dağılması”. Yapılan araştırmalar ortamdaki kişi sayısı arttıkça sorumluluk alma eğiliminin azaldığını ispatlıyor. 38 görgü tanığı olmasına rağmen kimsenin polisi aramadığı 13 Mart 1964 tarihli Genovese[1] cinayetinden sonra psikologlar bu durumun toplumun duyarsızlaşmasından kaynaklanmadığını ispatlamış oldu. Her bir birey “Ne de olsa biri arar” diye düşünmüştü.
1970’lerin başında John Darley ve Bibb Latane, yapmış oldukları bir araştırmada[2], bir anketi cevaplaması istenen kişilerin bulunduğu odaya duman verilmesi sonucu kişilerin tepkileri ölçtü. Odada tek başına olan kişiler büyük oranda durumu bildirirken (%75), odada başkaları olduğunda kişiler dumana rağmen inisiyatif almamıştı (%38). Yani kendi canımız söz konusu olduğunda dahi sorumluluk almaktan kaçınma eğilimimiz söz konusu.
Geçtiğimiz günlerde radyoda bir kan grubu ihtiyacı anonsu duydum. Duyuru “Kan grubu fark etmez.” sözleriyle bitiyordu. Yani tüm kan grupları ihtiyacı karşılıyordu. İnsanlardan bir şey isteyecekseniz, insanların fark yaratacaklarını hissetmeyi sağlayacak bağlar kurmanız gerekiyor. Kan isteyecekseniz ihtiyacınız olduğundan daha fazla detay vermeniz gerekiyor. “Kan grubu fark etmez” yerine Türkiye’de en çok bulunan, daha özel bir alan tanımlaması yapabilirsiniz. “A+ kan grubuna sahip 18-35 yaş arası erkek kanına ihtiyaç var” deseniz daha çok talep alma ihtimaliniz yüksek. Hatta belki yaş grubunu daralttığınızda bir noktaya kadar daha çok talep almanız da mümkün.
Öte yandan bu konunun sadece sorumlulukla ilişkisi yok. Bu başlı başına bir “Fark yaratmak” ve sonuçta da “Kendini değerli hissetmek” ya da “Kendini iyi hissetmek” ile ilişkili. Sosyal Sorumluluk projelerinde ya da toplumsal olaylarda katılımı artırmanın yegâne yolu bu “Fark yaratma” hissini verebilmek. Yeşil yelekli Greenpeace gençleri bu konuda bir eğitim alıyor mu bilmiyorum. Her ay kredi kartımdan çekilen 25 liranın benim ekonomime pek bir etkisi olmuyor. Ancak benim kendimi iyi hissetmemi de sağlamıyor. Her ay düzenli destek talimatı verdiğimde hediye gelen termos ise benim fark yarattığıma dair bir iz taşımıyor. “Dünyayı kurtarmak” ya da en azından “pandaların yaşamını devam ettirmeyi sağlamak” bireysel olarak benim sırtlanabileceğimden çok daha büyük bir sorumluluk. Verdiğim para ile bunu başardığıma inanmam mümkün değil. Üstüne üstlük verdiğim 25 liranın bu işe yaradığına dair de hiçbir şey hissetmiyorum. Bu benim çevre kirliliğini önemsemediğim anlamına gelmiyor. Bunun yerine o parayı bana iyi hizmet eden bir garsona ya da arabamı getiren valeye veriyorum. Onun bireysel hayatına bir etkim olduğunu hissediyorum ve ödülümü de o an orada alıyorum: “Teşekkürler”.
Toplumsal davranış değişikliği yaratmanın pek de kolay bir yolu yok. İdeal boyutundan küçük lüfer tüketmemek ya da plastik atıkları ayrıştırmak gibi pek çok konuda Kamu Spotları başta olmak üzere birçok iletişim çalışması görüyoruz. Bu konuların toplumsal duyarlılıkla bir ilişkisi olduğu kesin ancak toplumsal duyarlılığı artırmak için iletişim çalışmaları yaparak çözülemeyeceği de kesin. Zira hiçbir birey lüferin yaşamını devam ettirme gücünün bireysel olarak kendinde olduğunu görmeyecek. Plastik şişeleri kaynağında ayrıştıran insan küresel ısınmayı önleme gücünü içinde hissetmiyor.
Kapalı alanda sigara içilmesinin nasıl önlendiğini hatırlayalım. Yasaklandı. İnsanlara “kapalı alanda sigara içmek, diğer insanların hayatını tehlikeye atmaktır” minvalinde bir iletişim çalışmasının başarısı değildi. Bu mümkün de değildi. Ancak yasaktan sonra sigara içenlerin statüsü değişti, sigara içenlere karşı algı değişti. Otomatikman 2. sınıf vatandaş oldular ve bu sefer her durumda ortamda sigara içmenin uygun olup olmadığını danışmak durumunda kaldılar. Bunu herhangi bir iletişim çalışmasının başarması mümkün değil. Zira sigara içen her bir birey “Ben içmesem başkası içecek” diyecekti ve mutlaka ortamda sigara içen bir başka birey olacaktı.
Günümüz dünyasında sosyal medyanın toplumsal konulardaki etkisi tartışılmaz. Ancak sadece bu tepkinin ortaya konulması konusunda işe yarıyor olabilir mi? Bir konuda binlerce Twit atılması o konu hakkında yazan insanların sorumluluk aldığının ya da daha doğrusu fark yaratma gücünü hissettiğinin göstergesi midir? Tam tersi olabilir mi? Olabilir. Binlerce insanın bir konuya ilgi gösteriyor olması o konunun bir şekilde çözüleceğinin göstergesi olabilir ve insanları inisiyatif almaktan geri koyabilir.
Ofisinizde çok küçük görünen sorumlulukların onlarca insanın hiçbiri tarafından yerine getirilmemesi (örneğin biten tuvalet kağıdının yerine yenisinin takılmaması) çok kötü çalışanlarınız olduğu anlamına gelmiyor. Sorumsuz insanlar da değiller. Sadece bir fark yarattıklarını hissetmiyorlar ve bunu yapmak kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlamıyor hepsi bu.
[1] https://www.theguardian.com/society/2016/apr/09/kitty-genovese-jamie-bulger-bystander-effect