Corona’ya Karşı Üç Tip İnsan Davranışı
İnsan ölümü ve yaşamı kontrol altına alabileceğine inandıkça çevresinde olan bitenin sorumluluğunu üstlenmeye ve kaygısı artmaya başlıyor.[1] 2020 yılında yaşadıklarımızı geçmişte yaşananlarla bu şekilde ayırmak mümkün. Bir hastalığın çaresi olmadığına inanmak istemiyoruz. Bir çözüm olmadığını bilmek dahi bir kabule sebep olur ancak bir çözüm olabileceğini bilmek anksiyeteyi tetikliyor.
İnsanların şu an yaşadığı duyguya dair iki tanım gündemde, biri korku diğeri kaygı (anksiyete). Korku ve anskiyetede aynı fiziksel belirtiler yaşandığından sıkça birbirine karıştırılır ancak insanların şu an yaşadığı şeyi kaygı olarak tanımlamak daha doğru. Korku, belirli bir nesneye veya duruma karşı hissettiğimiz bir duygudur. Gerçek bir tehdit vardır. Korku nesnesi bellidir (Korku kendisi ya da yakını hastalığa yakalanan kişinin yaşadığı olabilir). Korku ormanda ayı ile karşılaştığımızda hissettiğimiz, kaygı ise ormanda karşımıza ayı çıkma ihtimalini düşündüğümüzde hissettiğimiz şeydir. Kaygı tek başına sorunlu bir ruh hali elbette değildir. Belirli oranda işlevseldir. Kaygı duyduğumuz için reaksiyon veririz, ellerimizi yıkıyoruz, sosyalleşmiyoruz.
Hali hazırda ülkemizde yaşanan kaygının temelinde ise çok önemli, insanın var oluşu kadar eskiye dayanan bir motivasyon var, belirsizlik. Buradaki belirsizliğin üç çok önemi boyutu var. Bu boyutlardan biri ya da birkaçı görünür, hissedilir olursa insanların kaygısı azalır.
Birincisi hastalığa neden olan virüsün gözle görülür olmaması. Tehlikenin kendisi görünür olmadığı gibi bilindik de değil.
İkincisi hastalığın bulaşıcı kaynağına dair bilinememezlik. Tehlikeyi taşıyan şey kendi cinsimizden bir canlı (Başka bir tür söz konusu olduğunda toplu katliama kadar giderek sorunu çözüyorduk, Kuş Gribi’nde olduğu gibi). Bu canlı (taşıyıcı insan) şu an etraftaki herkes (en sevdiğimiz kişiler dahi) olabilir, işte belirsizlik burada can yakmaya başlıyor. Özellikle metropollerde çok farklı özelliklerden (etnik, din, millet, dil, yaşam tarzı vb.) insanın bir araya gelmesi buradaki belirsizliği hem sayısal yoğunluk olarak hem de bilinmezliğin çeşitleri açısından artırıyor. Hatta geçmişte, 14.yy’da Avrupa’da yaşanan veba salgınında olduğu gibi belirli gruplar direkt hedef tahtasına da konulabilir.
Öte yandan insanların şu an yaşadığı ruh haline büyük oranda bilinçdışı yönettiğimiz günlük hayatımızın, yani üzerine çok düşünüp taşınmadan yapageldiğimiz günlük ritüellerimizin, bozulması da etki ediyor. Alışkanlıklarımız yaşamı ön görülebilir kılıyor ve hayatın kontrolünü elimizde hissetmemizi sağlıyor.[2] Yeni koşullara adapte olana kadar (ki ülkemiz insanının bu açıdan avantajlı olduğu düşünülebilir) bu belirsizlik de sorun olmaya devam edecek ancak zamanla azalacağı tahmin edilebilir.
Kaygıya neden olan asıl şeyse bilinmezliğe karşı kontrolün elde olmaması, yani çaresizlik hissi. Anksiyete, belirsiz durumlarda tehdit altında hissettiğimizde ortaya çıkıyor. Bir tehdit algısı varsa ve o sırada orada olan gerçek bir tehdit değilse beliriyor. Ne olacağının belirsiz olduğu durumlarda (geleceğin ön görülemediği durumda) bir anda güvende olmama düşüncesi ortaya çıkıyor ve bu kişiyi çaresiz hissettiriyor.
Şu durumda bilginin erişilebilirliği kontrolü elde tutmanın ve çaresizlik hissini gidermenin bir aracı olabilirdi. Ancak var olan bilgiden çok daha ötesinin olabileceğini hissetmek (bir şeylerin saklandığını düşünmek) ve yanlış bilgilere maruz kalmak belirsizliğin azalmasının, yani insanların kontrolü elinde bulunduruyor gibi hissetmesinin, önündeki çok büyük bir engel.
Kişinin çaresizlik düşüncesini fark ettiği anda kontrolü tekrar eline almak için harekete geçmesi yapabileceği en doğru hareket. Anksiyeteyi azaltan şey davranışı değiştirmek, bunu da rasyonel bir şekilde yapmak. Bu nedenle çaresizliğe neden olan duruma karşı etkisi olsun ya da olmasın herhangi bir hareket kişinin iyi hissetmesi için yeterli oluyor. Nasıl ki gerçek bir tehlike durumunda, örneğin üstümüze hızla araba geldiğinde kaçıyor yani harekete geçiyorsak, çaresizlik düşüncesi belirdiğinde de kontrolü elimize almak için harekete geçiyoruz. Maske, kolonya, bakliyat, tuvalet kağıdı vb. alıp evimize çekilmemizin nedeni bu. Bu, kaynağı ve kendisi görülemeyen tehdide karşı “Bir şeyler yapıyorum, kontrolü elime alabilirim” demek.
Bundan sonraki süreçte virüsle ilgili kaygılarımızı artıracak bir başka etmen de başkalarının deneyimleri. Stalin “Tek bir ölü trajedirir, binlercesi ise istatistik” diyor. Rakamların ruhu yok ancak ölenlerin (umarız olmaz) hikayeleri etkiyi çok daha fazla artıracaktır. Deneyimler empati kurmamıza neden oluyor o da endişeyi artırıyor.
İnsan davranışının temeline etki eden ilkel beynin buradaki rolünü de unutmamak gerekiyor.[3] İlkel beyin bir tehlikeyle karşılaştığında üç eylemde bulunuyor. Bunlar: Don, Kaç ve Savaş. Mevcut tehlikeye ilişkin insan davranışını da bu üç temel üzerine şekillendirmek mümkün.
- Don: Hiçbir şey yapmayanlar. Yokmuş gibi davrananlar, hayatına devam etmeye çalışanlar.
- Kaç: İtalya’da olduğu gibi bulunduğu mekanı terk edenler. Christiano Ronaldo gibi ada kiralayıp ailesiyle oraya kaçanlar
- Savaş: Kolonya gibi ürünlerle bir yandan hayatına devam ederken bir yandan virüsü düşman gibi gören ve mücadele edenler.
Peki biz kendimizi daha iyi hissetmek ve bu sorunla daha iyi başa çıkmak için ne yapabiliriz? Türk Psikologlar Derneği’nin acıkması şöyle:
“Alışkın olduğumuz çevresel etkilerden uzaklaşmak, kendimizle baş başa kalmak, yakın çevremizle daha nitelikli zaman geçirmek, daha önce yapmak isteyip de yapamadığımız ve kendimizi değerli hissettirecek yeni alışkanlıklar geliştirmek için bize imkan verebilir. Bu zorunlu koşulları … “Kendimizi yeniden keşfetme” fırsatı olarak görmemiz …mümkün.”
Özetle belirsizliğin yol açtığı bu ruh halimizi, çaresizlik hissimizi, bazı şeyleri daha belirli hale getirmek (ya da zamanla kendiliğinden belirli hale gelmesi) giderecek ve kontrol hissimizi artıracaktır. Bu süreçte alışkanlıklarımız içinde oluşan boşlukları kendimiz ve sevdiklerimiz için yeni deneyim fırsatları olarak görebiliriz.
Uzun zamandır yapmak isteyip yapamadığınız ne varsa (okumak, yazmak, resim yapmak, çocuğunuzla pasta yapmak) özlemlerle dolu sandığınızdan onları çıkarıp, üzerindeki tozu silkip girişmenin tam zamanı.
Goodjob Human Insight & Strategy
Uzman Psikolog: Lebriz Canpoyraz
Psikolog: Rana Özdeş Kar
Uzman Psikolog: Seda Erduran
Antropolog: Serhan Ok
[1] Ömür Boyu Esenlik, Pascal Bruckner
[2] Türk Psikologlar Derneği
[3] Daniel Kahneman, Hızlı ve Yavaş Düşünme